osmanlı savaşları dönemleri
  osman bey dönemi
 

Osman Bey Dönemi
Osman Bey Dönemi

 

 

Osman Bey'in, Uç’larda gaza faaliyetlerine başlayıp liderliği eline geçirmesi, kudret ve nüfuzunun günden güne artmasına sebep oldu. Bununla beraber o, babası Ertuğrul Bey'in Rum tekfurları ile iyi geçinme siyasetine itina gösteriyor, onlarla dostane münasebetleri devam ettirmek için azamî derecede gayret sarf ediyordu. Fakat bazı Rum tekfurları onun güçlenmesinden kuşku duyup rahatsız olmaktaydı. Bu sebeple "İmdi bunları bu vilayetten çıkarmazsanız veya kovmazsanız ahir (son) pişmanlık fayda vermez" gibi sözler söylüyorlardı. Bu tekfurlar içinde özellikle İnegöl tekfuru, komsu tekfurlara Osman Bey'in ileride kendileri için büyük bir tehlike olacağını bildiriyor ve Osman Bey'e bağlı Türk kabilelerine bir takim zararlar vermekten geri kalmıyordu. Bunun üzerine İnegöl’ün zaptına karar veren Osman Bey, bir miktar kuvvet ile kaleyi almak için yola çıkar. İnegöl tekfurunun Ermenibeli'nde pusu kurduğu öğrenilmesine rağmen Osman Bey, pusu kurmuş ve gücü bilinen bu kuvvetli düşman ile çarpışmaktan çekinmez. Bu çarpışmada Osman Bey'in yeğeni ve kardeşi Saru Yatu'nun oğlu Bay Koca şehit düşer. Bu şehit, muharebe sahasına yakin olan ve adi geçen yerin alt taraflarında Hamza Bey köyü arazisinde harap bir kervansaray yanında defin edilir. Bu savaştan birkaç gün sonra İnegöl’e yakin bir mesafedeki Kolaca kalesi basildi, ahalisi teslim oldu ve kale zapt edildi. Aşıkpaşazâde'nin ifadesine göre hicretin 684. (1284) yılında meydana gelen bu hadise, Osman Gazi'nin ilk fethidir. Bu olay, İnegöl tekfurunun Karacahisar tekfuru ile ittifakına sebep oldu. Bir müddet sonra Osman Bey, Domaniç civarında İnegöl tekfuru ile yeniden karsılaşır. Karacahisar tekfurunu da yanına alan İnegöl tekfuru bu sefer yenilmekten kurtulamadı. Osman Bey, bu muvaffakiyetten sonra Karacahisar'i feth etti. Bununla beraber Osman Bey'in kardeşi San Yatu da bu savaşta şehit düştü(1288). Saru Yatu'nun naaşı, Söğüt’e getirilerek orada babası Ertuğrul’un türbesine defin edildi. Bu muharebe esnasında Karacahisar beyinin en genç kardeşi Latos (veya Kalanos) da öldürüldü.

Osman Bey, özellikle Karacahisar'in fethinden sonra siyasî bir şahsiyet kazanmış görünmektedir. Nitekim o, bu başarısından dolayı Anadolu Selçuklu Sultani'nin kendisine gönderdiği hâkimiyet (beylik) sembollerini (alamet) alarak bir sancak beyi durumuna geldi. Gerçekten, Selçuk hükümdarı Giyasu'd-Din Mes'ud, umumî siyaseti cümlesinden olarak uç beylerini taltif ettiği sırada Osman Bey'e de bir ferman göndererek ona Söğüt’ü temlik etmiş idi. Feridun Bey Münşeatı’nda belirtildiğine göre Söğüt’ün temlik ve iktasını gösteren ferman 683 (1284) tarihini taşımaktadır. Keza 688 (1289) tarihini taşıyan ve Kara Balaban Çavuş ile gönderilen ikinci ve daha kapsamlı fermana göre artik o, uç Beyi olmuştur. Fermanla birlikte kendisine tuğ, âlem, kılıç ve gümüş takimli at gibi hediyeler de gönderilmişti. Bu fermanda Söğüt ve Eskişehir’in ilhakı ile teşkil olunan sancağa Osman Sah Bey'in tayin edildiği ve o sıralarda Selçuklu hükümetince alınan mirî vergilerin tamamından muaf olduğu bildirilerek söyle deniyordu: "... Bir sancaklık yer itibariyle saadetimden müşarünileyhe taklid edüp verdim ve buyurdum ki, sol ki mukteday-i zat-i adalet simattir mesned-i emânet ve eyalette kemâl-i vekar ve sekine birle temekkün ve karar eyleyüp... Mefhumun şiâr ve disar edünüp serr-i zâlimi, mazlumdan def ve ateş-i mezâlimi ruy-i zeminden ref etmesine cidd ve cühd gösterüp... fevaidinden behremend olmağa çalışıp zaman-i hükümette vadi' (alçak) ve serifgani (zengin) ve fakir, âlim ve cahil, karib ve baid (yakin ve uzak) müsafir ve mücavire cümleten yeksan bakıp..." Osman Bey, 691 (1291)'de Eskişehir civarında bulunan Karacahisar'i aldıktan sonra Mudurnu taraflarında bulunan Samsa Çavuş ve kardeşi Sulamış ile de görüşerek bir plân hazırlar. Buna göre kendisi ile teşrik-i mesai etmiş olan Harmankaya Rum Beyi Köse Mihal da olmak üzere Sakarya vadisindeki Sorkun (veya Sorgun köyü), Taraklı Yenicesi, Mudurnu ve Göynük taraflarına akınlar yaparlar. Osman Bey'in, günden güne yeni topraklar elde edip başarı kazanması, çevredeki Rum tekfurlarını oldukça tedirgin etmeye baslar. Bu sebeple bunlar, Osman Bey'i ortadan kaldırma çarelerini aramaya başladılar. Bununla beraber savaş ve çatışma olmaksızın Mudurnu ve Göynük taraflarına yapılan akınlar üzerinden tam yedi sene geçti. Bu müddet esnasında Osman Bey, kuvvetlerini iyi bir disiplinle yetiştirmekten geri kalmıyordu. Böylece gün geçtikçe durumunu kuvvetlendiriyordu. Fakat civarda bulunan Bizans tekfurlarının da ona karsı olan düşmanlıkları artıyordu. O zamana kadar her sene aşiretin kıymetli eşyasını kendi kalesinde muhafaza etmekte olan Bilecik tekfuru bile Osman Bey'in düşmanları arasına girip onların safları arasında yer almıştı. Köse Mihal, kızının düğünü esnasında bu düğüne davet edilen Rum beylerini Osman Gazi ile barıştırmak istedi ise de bunda muvaffak olamadı. Aksine onlar, Osman Bey'in dostu olan Köse Mihal'i de kendi taraflarına çekmek istediler. Bu arada da Osman Bey'e karsı bir suikast planı hazırladılar. Bu suikastın uygulanması için Yarhisar (Yenişehir ile Lefke yani Osmaneli arasında) tekfurunun kızının düğünü uygun bir fırsattı. Bilecik'in, Osman Gazi tarafından fethi ile sonuçlanacak olan bu düğünde, zaman, mekân ve uygulama için uygun şartların bir araya gelmesi neticesinde bir suikast plânı hazırlandı. Buna göre Yarhisar tekfurunun kızı ile evlenecek olan Bilecik tekfuru düğününe Osman Beyi de davet eder. Suikast plânı da bu esnada gerçekleştirilecektir. Fakat Osman Bey'i düğüne davete gelmiş olan Harmankaya Rum Bey'i Mihal, Osman Bey'i durumdan haberdar etmiş ve kendisi için hazırlanan suikastı bütün teferruatıyla ona anlatmıştı. Bunun üzerine daveti kabul eden Osman Bey, karsı tedbir aldı. Bu gaye ile Osman Bey, düğün hediyesi olarak bir sürü kuzu gönderiyor, düğünü müteakibe bütün kabilenin yaylaya çıkmak zorunda bulunduğunu ve eskiden beri olduğu gibi kabilenin bütün kıymetli eşyasının yaslı kadınlar vâsıtası ile kaleye gönderilmesine müsaade edilmesini talep ediyordu.* Bilecik tekfuru, güzel bir fırsat yakaladığını hesaplayarak buna memnun olmuş ve düğün yeri olarak kararlaştırılan Bilecik'e birkaç saat mesafedeki Çakır Pınarı denilen yere gitmişti. Osman Bey ise aşiretin ağır ve kıymetli eşyası yerine atlara silah yükleyip 40 kadar yiğit ve seçkin gaziyi de kadın kıyafetine sokarak Bilecik'e gönderdi. Bu gaziler, düğün münasebetiyle bos kalıp ihmal edilecek olan kaleyi zapt edeceklerdi. Gerçekten de bu karsı plana göre tam zamanında hareket edip Bilecik kalesini kolaylıkla ele geçirdiler. Gazilerinin başarısından haberdar olan Osman Bey de yanındaki diğer gazilerle birlikte Kaldirik (Âsikpasazâde'ye göre "Kaldirik" s. 16) Derbendi denilen yerde düğünden dönen Bilecik tekfuruna pusu kurdu ve onu hezimete uğrattı. Bu esnada tekfur ve maiyeti de dâhil olmak üzere düğün halkının çoğu öldürüldü. Osman Bey, sabaha karsı Yarhisar üzerine yürüdü. Yapılan ani bir baskınla kale kuşatılıp feth olundu. Halkın büyük bir kısmi da esir âlindi. Geline ait eşya ganimet olarak âlindi. Daha sonra Bilecik'e dönüldü. Osman Bey, Bilecik ve Yarhisar'ın fethinin doğurduğu şaşkınlık ve düşmanın psikolojik durumunun bozulmasından istifade için derhal Turgut Alp'i bir miktar süvari kuvveti ile İnegöl üzerine gönderdi. Kaleyi kuşatma altına alan Turgut Alp, harp yapmak suretiyle burayı ele geçirmeye muvaffak oldu. Kalenin tekfuru ile ganimetleri Osman Gazi'ye getirdi. Osman Bey, bu vaka’larda elde edilen ganimet ile esirlerden, gelin ve ona ait eşyanın dışında kalanı tamamıyla gazilere dağıttı. Nilüfer adındaki gelini de bu hadiselerde pek çok yararlığı görülen oğlu Orhan'la evlenirdi. Bilahare bundan Murad Han Gazi ile Süleyman Pasa dünyaya geleceklerdir. Âsikpasazâde, Osman Gazi'nin, oğlu Orhan'la evlendirdiği Nilüfer ve düğün hakkında su bilgileri verir: "Osman Gazi, onu oğlu Orhan Gazi'ye verdi kim Ülüfer Hatun'dur. (Lolofira, Lülüfer=Nilüfer) Orhan Gazi ol demde yiğit olmuştu. Ve bir oğlu dahi vardı kim onu göç üzerinde koyup dururdu. Bu dört pare hisarları yerine mukarrer ettiler. Elhasıl Osman Gazi düğün eyleyip Nilüfer Hatun'u oğlu Orhan Gazi'ye vermek ister. Ve hem öyle etti. Ülüfer (=Nilüfer) Hatun oldur ki, Kaplıca kapısına yakin yerde Bursa hisarı dibinde tekkesi var. Nilüfer suyu köprüsünü ol hatun yaptı. Ve o suya Nilüfer deyü ad verdiler. Ve hem Murad Han Gazi ve Süleyman Pasa dahi onun oğludur. İkisinin dahi atası Orhan Gazi'dir. Ol hatun vefat edince Orhan Gazi ile defin ettiler." Miladî 1299 senesinde meydana gelen bu üç fetihten itibaren Osman Bey'in gücü daha ziyade artmıştı. O, yeni fetih haberlerini bildirmek ve alınan ganimetten takdim etmek üzere Anadolu Selçuklu Sultanı’na bir adam göndermek üzereyken, Sultan VI. Alâeddin Keykûbad'in, İlhanlı hükümdarı Gazan Han kuvvetleri tarafından esir alınıp İran’a götürüldüğünü öğrenir. Bu durumda ona hediye takdimine gerek kalmamış oluyordu. Bununla beraber, müstevli İlhanlı kuvvetlerinin Osman Bey'in uç Beyliği’ne zarar verme ihtimaline karsı aşiret ve oymağın savunma isine önem verdi. Bunun için tedbirler aldı. Su kadar var ki, Osman Bey, Selçuklu Sultani VI. Alâeddin Keykûbad'in yokluğunun meydana getirdiği bassızlık ve serbestlik üzerine, daha rahat hareket etme imkânını da buldu. Bu sebeple, ipekçilik, dokuma ve demir madenleri ile meşhur olan Bilecik'in merkez olması düşünülmeye başlandı. Gerçekten buranın alınması büyük bir basarî olduğundan Osman Bey, fetih faaliyetlerine devam etmek üzere uç Beyliği merkezini buraya nakl eder. Osman Bey, merkezini buraya nakl etmekle birlikte Selçuklulara olan bağlılığını da devam ettiriyordu. Hoca Saadeddin Efendi, Osman Gazi'nin, Selçuklulara olan bağlılığından bahs ederken, Selçukluların, Moğollar karsısındaki zaafını fırsat bilen çevredeki diğer bazı beylerin nasıl bağımsızlık sevdalarına düştüklerini anlatarak söyle der: "Selçuklu Devleti, Moğollara yenilince Selçukluların parlaklığı gitmiş (yıldızı sönmüş), ülke Moğolların eline geçmişti. Selçuk hanedanının elinde çok az yetki kalmıştı. Bu hanedanın, nimetlerle besledikleri çevredeki beyler, artik onlara boyun eğmez hale geldiler. Bunlardan her biri bağımsızlık sevdamsa düşerek güçleri yettiğince ülkelere sahip olmaya başladılar. Ama Osman Gazi'nin dostluğu geçici olmayıp, bu hakikatsizlerin tuttukları yola gitmekten kaçınmış, geçmiş hukuku saymış, gücü ve kudreti ölçüsünde Selçuklu topraklarını korumuş, cihad sancağını dikip ülkeler feth etmekle düşman gözünde ürkütecek, savaş meydanlarında korkulacak bir kişi olmuştu."

KOYUNHİSAR ZAFERİ VE SONRASI

Osman Gazi ve beyliği için büyük bir ehemmiyeti haiz olan Koyunhisar muharebesi, döneminin strateji bakımından en önemli muharebelerinden biridir. Bu muharebe, Osman Bey'in İznik şehrini baskı altında tutması üzerine ilk defa Bizanslılarla karsı karsıya gelmesine de sebep olmuştu. Osman Bey ve arkadaşlarının başarılan, Bizans İmparatoru ile komsu Rum beylerini harekete geçirdi. Bu sebeple 1306 senesinde kendi aralarında bir toplantı yaptılar. Bu toplantıda basta Bursa Rum valisi olarak Atranos (bugünkü Orhaneli kazasının merkezi olan Adrianos kasabası), Kete (Kite, halen Bursa'da bir köy) Bednos (Mednos, Madenos, Bursa’nın kuzey batısında bugünkü Balat köyü) ve Kestel tekfurdan bu toplantıda hazır bulunmuşlardı. Bursa tekfuru, onlara uzun bir hitabede bulunarak Osman Gazi ve devletinin kendileri için nasıl büyük bir tehlike olduğunu anlatmakla kalmamış ayni zamanda birbirleri ile nasıl yardımlaşacaklarını ve günden güne büyüyen bu tehlikeyi nasıl bertaraf edeceklerini de bildirmişti. Buna göre tekfurlar büyük kuvvetler toplayarak ani bir baskınla bu tehlikeyi ortadan kaldırmaya karar verdiler. Bu arada Bizans'tan da Muzalon komutasında iki bin kadar yardımcı bir kuvvet geldi. Osman Gazi, casusları vasıtasıyla beyliği aleyhine düşünülen bu baskından zamanında haberdar oldu. Bu yüzden kuvveti sayıca çok az olmasına (beş bin civarı) rağmen bu müttefik orduyu Koyunhisar (İzmit’in Kuzey Doğusunda eski bir kale Baphaeon) mevkiinde karşılamaya karar verdi. Az ve fakat çevik bir kuvvetle hazır bekleyen Osman Bey, muharebeye girmekten çekinmedi. Bu muharebede iki taraf ta çok zayiat verdi. Tarihçi Hoca Saadeddin Efendi bu şiddetli çarpışmayı söyle tasvir eder:

"Kırılasıca düşman edince cûs u hurûs Saflar kaynayıp deniz misali eyledi cûs" "Yiğitlerin okları, güzellerin gözleri gibi fitneler saçmaya, Osmanlının keskin kılıcı asıkların kirpikleri gibi kanlar dökmele, uğursuz düşmanın kelleleri boru ve davul nağmeleri ile oynamaya başlayınca, kan deryasına gömülen kara kafalarında yuva kuran fesada tohumları, bozdoğanların vuruşları altında kirilmiş, İslâm ordusu yeni bir basarî ve zafer kazanmıştı." Gerçekten çok çetin geçen bu savaşta, Osman Gazi'nin yeğeni ve Gündüz Bey'in oğlu Aydogdu sehid oldu. Gerek bu vak'a gerekse Osman Bey'in kuvvetlerinin azlığı, Osmanlı kuvvetlerinin duraklamasına sebep olduysa da bizzat Osman Bey'in ileri atılıp orduyu teşyi etmesi sonucunda düşman geri çekilme zorunda kaldı. Mağlubiyeti kabul edip çekilen düşman ordusu, takip edildi. Bu takip, Dinboz (Sogukpınar Nahiyesine bağlı bir köy)'a kadar sürdü. Burada yeniden şiddetli bir çarpışma meydana geldi. Kestel ve Bednos tekfurları burada maktul düştüler. Böylece Bizans tarafından da desteklenen birleşik ordu mağlup oldu. Bursa ve Adrenos tekfurları kendi kalelerine çekildiler. Kite tekfuru ise Ulubat tekfuruna sığındı. Osman Bey kuvvetlerinin, bu tekfura karsı büyük bir kin ve hınçları vardı. Bu sebeple onu takip ederek Ulubat tekfurundan teslimini istediler. Tekfur, kale halkının istek ve ısrarlarına dayanamayarak bir şartla onu teslim edebileceğini söyler. Buna göre Osmanlı kuvvetleri Ulubat nehri köprüsünden geçmeyeceklerdi. Gerçekten de gerek Osman Bey'in hayatında, gerekse onun halefleri zamanında bu söz tutularak adi geçen köprüden geçilmedi. Ancak gerektiği zaman nehrin denize döküldüğü yerden kayıklar ile karsı tarafa geçerlerdi. Böylece Kite beyinin öldürülmesi ile bura ve Kestel de Osman Bey'in beyliğine katilmiş oldu. Bu muvaffakiyet, Osman Bey'in çevresinde hatırı sayılır bir Bey haline gelmesine sebep olduğu gibi düşmanlarının da kendisinden çekinmesine sebep olmuştu. Bu esnada Ulubat Gölü'ndeki Alyos Adası Aygut Alp oğlu Kara Ali Bey tarafından sulh yolu ile feth olunmuştu. Adanın içinde büyük bir kilise bulunuyordu. Bu kilisenin rahibi, halk arasında çok şöhretli bir kimse kabul edildiğinden evi kutsal bir mekân olarak ziyaret ediliyordu. Kara Ali, bu rahibi ailesi ile birlikte Osman Gazi'nin huzuruna getirdi. Osman Gazi, rahibin güzel kızını Kara Ali ile evlendirdi. Koyunhisar muharebesi sonucunda, Bursa’nın kuzey tarafı hariç olmak üzere üç taraftan yolu kesilip tek basına ve yalnız bırakıldı. Bununla beraber, kuvvetli bir savunmaya sahip olan Bursa'ya deniz yolu ile Bizans'tan yardım malzemesi gelmeye devam ediyordu. Osman Bey kuvvetleri, Bursa önüne kadar akın yapıyorlarsa da uzun müddet devam edecek bir muhasarada bulunamıyorlardı. Bununla beraber artik İzmit yolu da Osmanlılara açılmış bulunuyordu. Bir taraftan Osman Bey'e bağlı kuvvetlerin faaliyetleri, diğer taraftan öteki uçlardaki Türk beylerinin Bizans kale ve topraklarına olan hücumları sonucunda kazandıkları başarılarından telaşa düsen Bizans İmparatoru İkinci Andronikos, kız kardeşi prenses Maria'yi İlhanlı hükümdarına vererek Moğolların yardımlarını kazanmak istiyordu. Bu sayede Osmanlı tehlikesinden kurtulmuş olacaktı. Her ne kadar İlhanlı hükümdarı, Türkleri tehdide teşebbüs etmiş ise de bunun pek fazla müspet bir neticesi görülmedi. Zira İlhanlılar bu sırada hem içerde meşgul hem de hariçte Memlûk sultani ile mücadele halinde bulunduklarından uçlardaki harekâta bakacak durumda değillerdi. Bunun için Osman Bey, faaliyetlerine devam ederek İznik ile İzmit yolu üzerinde olup İznik’in en mühim karakolunu teşkil eden ve Türkler tarafından Kara hisar denilen Trikokiya (Kara hisar)'yi aldı. Temmuz 1308'de gerçeklesen bu fetih sayesinde Osman Bey, İznik’i sıkıştırmaya başladı. Bizans İmparatorunun, güçlü bir şekilde ortaya çıkan bu yeni hareket karsısındaki tavrı ile ilgili olarak Gök bilgin de söyle demektedir: "Bizans İmparatoru, Türk fütûhatından kurtarılması için daha önce Mahmud Gazan Han'a nişanladığı hemşiresi (kizkardesi) Maria (Meryem)'yi, bu defa da Ocaytu Muhammed Hudabende Han'a nişanlamış idi. Bu sihriyetten (akrabalık) memnun olan İlhanlı hükümdarı, büyükçe bir orduyu (Uzunçarşılı, Le Beau, XXIII. 105. fasıl 53'ten naklen bu ordunun otuz bin kişilik bir kuvvet olduğunu belirtir.) seferber ederek, Bizans'a yardıma gönderecek oldu. Bu ordu, tasavvura göre hem Osman Gazi'ye karsı, hem de Bati Anadolu'daki Türk beyleri tarafından sıkıştırılıp muhasara altına alınan Efes, Tire ve Salihli gibi Bizans şehir ve kalelerini kurtarmak vazifesi ile görevlendirilmişti. Fakat daha önce bu konuda uç beylerine yapılan ikaz ve ihtarlar herhangi bir fayda sağlamadığı gibi, bu defa da prenses Maria'nin, Moğol yardımının bir an önce gelmesi için İznik’e gelerek, Osman Bey'e müstakbel esi İlhanlı hükümdarının kırk bin kişi ile hududa doğru ilerlediği seklinde haber göndermesi de bir sonuç vermedi. Bati Anadolu'daki şehir ve kaleler, birer birer Türklerin eline geçiyordu. Maria'nin, tehdidini bilhassa Osman Gazi'ye tevcih etmesi, bu taraftaki akınların şiddetinden ve bu yerlerin de imparatorluk merkezine çok yakin olmasından ileri geliyordu. Osman Bey ise bu kadının kullandığı mağrurane tavır ve lisandan hiç ürkmüyor, bilakis daha cüretli hareket etmeye başlıyordu. Bu sebeple Bizans topraklarına akınlar sıklaştırıldı. Köyler yağmalanıp birçok esir alındı." Osman Gazi, bütün bu başarılarından sonra biraz dinlenmeye ve halkının idaresi ile daha iyi meşgul olmaya başlamak için Yenişehir’e dönmüştü (1310). Aradan bir iki sene geçti. Bu zaman zarfında bir devlete yaraşır şekilde düzen kurulup egemenlik sağlamlaştırılıyordu. Bundan sonra zafer kazanmaya ve galip gelmeye alışık olan gaziler 713 (1313) senesinde bir araya toplanıp Osman Bey'e hitaben: "Ey Gazi Han, Allah'a hamdı ve minnet olsun, kâfir mağlup oldu. Şimdiden sonra, vakit kaybederek bos oturmak size reva değildir. Gaza ile meşgul olmak gerek" dediler. Bu teşvik üzerine Osman Bey: "Evvela Köse Mihal'i davet edelim, İslâm’ı kabul etsin, eğer Müslüman olursa ne alâ, her nereye derseniz gidelim, eğer o Müslüman olmazsa evvela onun memleketi Harman kaya’yı çevresi ile birlikte talan edelim" dedi. Bu karardan sonra hemen Köse Mihal'e haber göndererek "Hemen gelesin, büyük seferimiz vardır, bütün gaziler hazırdır, seni bekliyoruz" dedi. Köse Mihal, bu haberi alır almaz hazırlıklarını tamamlayıp süratle geldi. Osman Gazi huzurunda hazır oldu. El öptükten sonra Osman Gazi'ye kalbinin bütün samimiliği ile: "Bana iman arz et, Müslüman olayım" dedi. Böylece Köse Mihal, Osman Gazi'nin önünde Müslüman oldu. Bütün beyler ve paşalar bu ihtidaya sevindiler. O zamana kadar Osman Bey'le yaptığı ittifaktan ayrılmayan, gerektiği şekilde sadakat ve feragat gösteren Köse Mihal, artik Abdullah Mihal olmuştu. Osman Bey, ona ağır (kıymetli ve pahalı) bir hilkat verdi. Ona karsı olan sevgi ve muhabbeti bir kat daha arttı. Oğlunu da hizmetine aldı. Daha önce idare ettiği yerleri tekrar ona bırakarak kendisine bir sancak verdi. Köse Mihal'e sancak verilmesi, vaktiyle Selçuklu sultaninin Osman Gazi'ye göndermiş olduğu sancağa bir nazire gibi idi. Böylece kendisi hükümdar, Köse Mihal de maiyeti beylerinden biri telakki edebilecek bir muameleye tabi tutuluyordu. Böyle bir hareket, Osman Bey tarafından ilk defa yapılıyordu. Osman Bey, bundan sonra Germiyanoğluna karsı müdafaa ve muhafaza etmek üzere, oğlu Orhan Bey'i Saltuk Alp ile birlikte Karacahisar'a gönderdi. Öbür oğlu ise daha önce belirtildiği gibi anası ile birlikte Bilecik'te idi. Osman Bey, Germiyan'dan gelebilecek tehlikeye karsı tedbir aldıktan sonra kılavuzlukta kullandığı Köse Mihal'in delâleti ile Hakk'a (Allah'a) sığınarak Leblebici Hisarı (Lubluce) denilen ve Ulu Dağ’ın eteğinde bulunan Cubuclea kalesi tarafına akına başladı. Buradaki tekfur, Osman Bey'i karşılamaya çıkarak itaat ettiğini bildirdi. Bunun üzerine Osman Bey, onu yerinde bıraktı. Ayrıca tekfurun ricası üzerine oğullarında birini yanına aldı. Bundan sonra harekât, Lefke (Osmaneli) ırmağı vadisine intikal ettirildi. Bu harekatın sonunda Lefke ve Memece hisarlarının tekfurları da itaat arz ettiler. Böylece onlar da daha önceki imtiyaza sahibe oldular. Yerlerinde bırakıldıkları gibi mülk ve arazileri de hasardan korunmuş oldu. Yeni feth edilen bu yerler hakkında bilgisi olan Samsa Çavuş, bu tekfurların itaatlerinin kerhen (zorla) olduğunu, fırsat bulduklarında bunların tekrar Bizans hakimiyetini kabul edebileceklerinin uzak bir ihtimal olmadığını belirterek: "Olamaya ki, cemaat kendi milletlerine rüku' göstereler" diye düşüncesini açıklayarak buraların kendisine verilmesini istemiş ise de Osman Bey, bu adamların mülk ve memleketlerinden tamamen mahrum edilemeyeceğini, bu yüzden yerlerinde bırakılmaları gerektiğini ifade ile Samsa Çavuş’a vermemiştir. Bununla beraber Samsa Çavuş’un sözünü de pek yabana atmayarak ona da Yenişehir suyunun Sakarya nehrine döküldüğü yerde ve bu ırmak kenarındaki küçük bir hisarı (Hisarcık) temlik etti. Böylece Samsa Çavuş, tekfurların harekatını gözetlemeye memur edildi. Bu köy, halen Osmaneli köylerinden biri olarak bilinmektedir. Daha sonraki dönemlerde Osmanlı Devleti teşkilatında ve bilhassa saray vazifelileri arasında rol oynayan "çavuş" tabiri ve rütbesi ilk defa bu gazi tarafından taşınmıştır. Osman Bey'in gazileri bundan sonra Geyve Akhisar tarafına hareket ettiler. Bu kalenin tekfuru, birkaç bin süvari ile karşılık verdiğinden şiddetli bir harp oldu. Mağlup olan tekfur önce kaleye çekildi, fakat kalenin sıkıştırılması üzerine müdafaa edemeyeceğini anlayınca sarp bir kaya üzerinde bulunan Karacebesi hisarına kaçtı. Akhisar ise gazilerin eline geçti. Daha sonra da Geyve üzerine varildi. Gazilerin hareketini haber alan tekfur, kaleyi boşaltarak halkını da yanına almış olarak Kuru Dere denilen müstahkem bir vadiye gitmişti. Burası sarp ve geçilmesi zor bir derbende sahipti. Gaziler, kısa bir zamanda burayı da feth ettiler. Tekfurunu yakaladılar. Bol ganimet elde ettiler. Osman Bey, burada bir aydan daha fazla bir müddet kalarak o memlekete aman ve emniyet gösterdi. Köylerini de gazilere tımar olarak verdi. Bu arada Geyve'ye bağlı bulunan Teker pınarı denilen çetin ve metin kalenin de zaptı gerekiyordu. Fakat bir aydan daha uzun bir süre seferde bulunan Osman Bey'in, hükümet merkezine dönmesini gerektiren acil ve önemli bir hadise zuhur etti. Bu yüzden Teker pınarının alınması Aykut Alp'in oğlu Kara Ali'ye bırakıldı. Osman Bey ise Yenişehir’e döndü. Osman Bey'in, Yenişehir’e dönmesini gerektiren olay, İlhanlı hükümdarı Ocaytu Muhammed Hudabende tarafından, Çoban Bey idaresinde büyük bir ordunun Anadolu'ya sevk edildiği hakkında alınan haberdi. Bu ordunun kime ne zaman taarruz edeceği bilinmediğinden zamanında tedbir almak gerekiyordu. Bu arada Kara Ali çok kısa bir zamanda Teker pınarını aldı. Bu kale ve civarından birçok ganimetler elde ederek Osman Gazi'ye gönderdi. Bu hizmetine mükafat olarak da Kara Ali'ye Teker pınarı ve çevresi tımar olarak verildi. Osman Bey, Sakarya vadisinde ve Marmara havzasında bazı mevkileri ele geçirirken, basta Bursa olmak üzere İznik ve İzmit’in zaptını da hedefleri arasında sayıyordu. On seneden fazla sürecek olan Bursa kuşatmasının başlangıcının 1314 yılı olduğu anlaşılmaktadır. Osman Bey, 1314 yılında gaziler ile Bursa üzerine yürür. Kalenin kapılarından birini kendine karargah olarak seçer. Bu Bizans kalesinin metinliği, sarplığı ve nüfusu ile muhafızlarının çokluğu eskiden beri biliniyordu. Kale tekfuru, Osman Bey ile yaptığı meydan savaşlarında mağlup olduğu için kaleye çekilmişti. Osman Gazi tarafından yapılan askerî ve istişari bir toplantıda Bursa kalesinin hücum ile zapt edilemeyeceği kanaatine varildi. Osman Gazi "Buna sabır gerektir" diyerek kale üzerine havale (kontrol altında bulundurmak için) yapılmasını eme eder. Bunun için iki hisar yapıldı. Bunlardan biri kaplıcalar tarafında, diğeri de yukarı dağ tarafına bakıyordu. Birincisi Osman Bey'in yeğeni Ak Timur'un, ikincisi de Balabancık adındaki kölesinin dizdarlığı altında idi. Osman Bey, inşaatlarını bir yılda bitirdiği bu hisarların yapılması esnasında etrafa akınlar tertibe ettirdi. Her tarafı vurdurdu. Bu esnada düşman kaleden çıkamıyordu. Hatta Asikpasazâde'nin ifadesine göre "kâfir, hisardan taşra parmağın çıkaramazdı."

Bu hisarların inşa edilmesinden sonra Yenişehir’e dönen Osman Gazi'nin bu yiğit komutanları, Bursa’nın fethine kadar on seneden fazla bir müddet burada kaldılar. Komutaları altındaki ellişer cengaverle şehre dışardan yardim ve erzak sokmamak, içeriden çıkacaklara mani olmak ve böylece Bursa’yı devamlı bir şekilde baskı altında bulundurmak vazifesi ile mevkilerinde sebat ettiler. Bu esnada birçok köylü, Bursa'ya sığınmaktansa Osman Bey'e tabi olmayı tercih ediyor ve onların himayesinden faydalanıyordu. Osman Bey, aldığı yerlerin mahsul ve gelirlerini beylik için (beytu'l-mal, hazine) zapt ediyor, köy ve nahiyeleri de tımar olarak gazilere dağıtıyordu. Îlhanlı Devleti, Anadolu Selçuklu ülkesine hâkim olduğu zaman, Anadolu'ya birçok aşiret gelmişti. Bunlardan bir kısmi da Germiyanlıların hâkim bulunduğu Germi yan ili mıntıkasına yerleşmişti. Bunlardan biri de Osmanlı kaynaklarında "Çavdarlı, Çavdaroglu", Bizans kaynaklarında ise "Tohar" seklinde geçen Çavdar aşireti idi. Bu aşiret, Çavdaroglu diye bilinen bir reisin idaresinde idi. aşiret, Osman Bey'in ülkesinin hududunda konargöçer bir halde yasıyordu. Bunlar, diğer bazı göçer aşiretler gibi fırsat buldukça "yel gibi eser, sel gibi yol keser" ve ansızın köy basarlardı. Germiyanoğulları ile Osman Bey'in gazileri ve halkı arasında bu sıralarda mevcuda olan soğukluk ve geçimsizliğin baslıca sebebi de bu idi. Kaynaklar, Osmanlılar ile Çavdarlı aşireti arasında meydana gelen bir hadiseyi söyle nakl ederler: "Osman Gazi, Lefke kazasına gittiğinde, Germiyan'dan Çavdar Tatarı, Karacahisar pazarına hücum edip basmıştı. Bunlar, bununla da kalmayarak pazarı da yağmalamıştı. Bu esnada Eskişehir’de at nallatmakta olan Orhan Gazi'ye haber gönderilmiş. Bu haberi alan Osmanlı yiğitleri, derhal Orhan’ın yanına gelip toplanırlar. Orhan, süratle yola koyulup Çavdar Tatarına yetişmek ister. Dağlar arasında, Oynaşhisari denilen harabe bir hisarın yanında onlara yetişir. Onlara göz açtırmayan Orhan, aldıklarını tamamıyla bıraktırdığı gibi onlardan bir kısmini da yakalatıp Karacahisar'a getirdi. Yakalananlar arasında Çavdar Tatarı’nın oğlu da vardı. Orhan, babası gelinceye kadar bunları sakladı. Osman Gazi gelince Çavdar oğlunu getirdiler. Osman Gazi "Oğul, bu zâlim, komsudur. Hem de Müslümandır, öldürmek olmaz. Beyleriyle birlikte bunlara da and verelim ve onları serbest bırakalım, varsın memleketlerine dönsünler" dedi. Öyle de yaptılar. o zamandan tâ Yıldırım zamanına kadar düşmanlık olmadı. Simdi dahi onlardan kalanlara Çavdarlı denmektedir.

Görüldüğü gibi Germi yan taraflarından gelip kendisini rahatsız eden, pazarını basan ve oradaki mallara el koyan Çavdar Tatarı’na karsı Osman Gazi, gayet yumuşak davranmıştır. Gerek komşuluk hakki, gerekse Müslüman olmasından dolayı onu öldürmemiş, sadece bir daha böyle bir harekete girişmeyeceğine dair kendisinden söz almakla yetinmişti. Bununla beraber tedbiri de elden bırakmamaktaydı. Caydırıcı olması bakımından kendisi orada bulunacak, gazaya, oğlu Orhan’ı gönderecektir. Gönderirken de Çavdarlı Tatarı hakkında söyle diyecektir: "Oğul Orhan, her ne kadar bu Tatarla ahd edip, and vererek gönderdik ise de, bu Tatar and tutar taife olmaz. Ben burada oturayım. Bu defa var sen gaza et. Hak Teâlâ'nin sana zafer vermesi ümid olunur." Babasının, Orhan’ı kendi basına sefere göndermesi, ona olan güveninin bir ifadesi idi. Bundan böyle Bizans'a karsı olan fütuhatlarda o, komutan olarak tayin ediliyor, maiyetine de Akçakoca, Gazi Abdurrahman, Konur Alp ve Köse Mihal gibi ünlü gaziler veriliyordu.

 
  Bugün 1 ziyaretçi (2 klik) kişi burdaydı! Web Site Ekle Pagerank Toplist Aşağıdaki kodu sitenize yerleştirmelisiniz. 2 gün içinde kodu yerleştirmediğiniz ya da sitenizden ziyaret almadığı taktirde listeden silinecektir.
islamiweb.net Toplist
 
 
güzel sözler Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol